29.02.2016

Ou verevyubin my old little blog? hello havaryu?

Yavaş yavaş ölüme yaklaştığımız halde ne kadar çok uyuyoruz değil mi? Ya da ne kadar çok şikayet? Ya da ne kadar çok otobüs? Ya da ne kadar çok metrobüs?

Sahi metrobüs ne kadar çok girmiş hayatımıza çıkmak istemezcesine.

Çocukça yapılan, otobüs, kamyon, taksi, jip, bip! şeysinin ne kadar eskilerde kaldığımı geçtiğimiz günlerden bir gün bunu söylediğimde farketmiştim. Evet, "fark etmiştim"in ayrı yazılacağını belirtiyor blogger'in arayüzü. Merhaba bloggerin yazı arayüzü, havaryu, werevyubin?

Masaüstü bilgisayar almamla, notebook'ların yaşattığı o saçma sapan mobilite duygusundan kurtuldum. Cafe'lerde falan havalı havalı lapintoplarıyla blog yazan tiplere de gördükçe uyuz olur, fırsat buldukça gidip arkalarından enselerinden aşağıya kahverengi şeker dökerdim, hey gibi hızlı zamanlar. (şaka şaka yapmazdım...) Ama gıcık olurdum, biraz da huzursuz. Çünkü yazı yazmanın bir konsantrasyon işi olduğunu savunanlardanım. Konsantğe. (a little bit french)

Masa üstü bilgisayarım olmadığından kelli de oturup blog yazamazdım. Bu arada masa üstü bilgisayar aldığımı söylemiş miydim sana günlük? Söylemediysem çok ayıbetmişim. Ayı dedim de aklıma geldi, Leonardo da sonunda aldı be Oscar'ı. Bu na ne demeli?

Neyse ne diyorduk, hah, biraz fazla harcıyoruz zamanı günlük. Güne sığdıracak o kadar çok şey var ki oysa. Az önce bir film izledik. Sevgili eşimle birlikte başlamıştık izlemeye ama o bitiremedi, ben bitirdim. Filmin adını da unuttum keza. Ama unutmaya ne hacet mirim? Adama demezler mi google da mı yok elinin altında. Farzedelim ki yok. (Farz edelim de ayrı yazılır, ok )

Velhasılıkelam, güzel bir filmdi ve zaman kavramı konusunda insanı oradan şuraya, şuradan buraya, buradan da öteberiye sürüklüyordu. Hala güya ismini hatırlayacağımı düşünerek google bey hazretlerine sormuyorum. Zaten sorsam ne soracağım ki, "zamanla ilgili londrada geçen film" Oha! harbiden çıktı. Sen bu işi bilibiliyorsun gogıl. İnanmayanlar şuradan bakabilenza [Link] Bu arada başrol oyuncularından birinin The Revenant'ta, birinin de Spotlight'ta oynadığını öğrendim az önce çok acayip geldi, neden bilmiyorum. Çok da mühim değil aslında.

Geçen de yine eskilerden bir şarkı takılmıştı dilime, "abdelkaader" diye başladığını sandığım bir şarkıydı. Aklıma takılma hikayesi de biro kadar ilginç. Yok büro kadar ilginç. O nasıl bir yazma, o nasıl bir kelimeyi yanlış yerden ayırma, bu ne mal bir kilayve. Bakınız yine kılavye yazamama sorunsalı ile karşılaştım sayın günlük bey. Klayve, klavye. ilk seferinde doğru yazamadığımı fark ettiğimde ikinci bir sefer daha yazarım.

Neyse, ne diyorduk? Masaüstü bilgisayar aldığımı söylemiş miydim sana günlük? Söylemediysem çok ayıbetto. Oyun dünyasına adım atmaya karar verdim.

Eskiden vaktim çok, bilgisayarım çok, ama param yoktu. Sonra vaktim yok, bilgisayarım çok ve param çoktu. Sonra, vaktim var, bilgisayarım yok, param çoktu. Bu yüzden video oyunları dünyasına yeterince adım atamamıştım. Sonra sonra fark ettim ki, alında hepsinin de aynı anda ve çok olmasına gerek yok. Makul bir seviyede bunların hepsini dengelemek lazım. Tıpkı Anno 2205'te üretim tüketim dengesini kurmak gibi.

Yakında...

Hiç yorum yok: