Sevgili günlük, acayip kötü bir sabaha uyanmıştım bugün, ki bugün biteli yaklaşık 70 fakika oluyor. Pardon dakika.
Sabahın tam altıkırk'ında öten telefonumun ümüğünü sıkarak uyandım. Ne bir dakika erken ne bir dakika geç, hafta içi her sabah altıkırk.
Yataktan kalktığımda daha önce hiç olmadığım şekilde sendeleyip yere düşmekten yanımdaki komodin midir komidin midir şu anda açıp da doğrusunu öğrenemeyeceğim kusura bakmayın onun sayesinde kurtuldum. Aha çalan şarkıya bak "Burning Heart" tabi ki 9 kere izlenen Rocky 4'ten. Neyse ne diyordum, hah, küt diye yere yapışıyordum az daha. Ayakta durabilmem 2 3 dakikamı aldı sanıyorum, "aha" dedim içimden, o kadar, aha dedim sadece. Felaket ötesi bir başağrısıyla uyanmıştım. Binbir güçlükle bulduğum gözlüğümü takıp komodinden uzaklaşmak için attığım ilk adımda cep telefonunun şarj kablosu ayağıma takıldı telefon fırladı gitti uçtu odanın te öbür ucuna fırladı gitti uçtu odanın te öbür ucuna fırladı gitti odanın te öbür ucuna fırladı gitti uçtu. Gittim telefonu aldım şu anda neden yaptığıma anlam veremediğim bir şekilde tekrar şarja taktım.
Daha gün aydınlanmamıştı haliyle, ama ben banyoya giderken anneme günaydın dedim.
Lambayı yakıp, aynanın tepesindeki ampulü de yaktıktan sonra karşımdaki aynada kendimden iki tane gördüğümü farkettim. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım iki kafayı aynı yere denk getiremiyordum. Sol gözümde belirmeye başlayan arpacığın sol gözümü geriye doğru ittiğini ve odak noktamı değiştirdiği, bu yüzden de sağ göz sol göz kombinasyonunu tamamlayamayan beynimin kafayı yediğini düşünmeye başladım. Bakış açıma farklı taklalar attırarak traş oldum. Banyodan çıktığımda mutfakta annem kahvaltı hazırlıyordu. Gidip masanın üzerine yığıldım. Kekik benzeri bir bitkinin çayını içtim. pardon yok o dündü sanırım, süt içtim galiba bu sabah, hatırlayamadım şimdi, zeytinli domatesli tost yedim. Bu bile kendimi kendime getirmedi.
Hâlâ kafatasımın çatlak olduğunu düşünmeme neden olan dehşet bir başağrısı ile gezmekteydim. Yanıma suda eriyen bir Aspirin C aldım. Bir de KalsiyumSandoz türevi bir portakallı ördek.
Beni hergün servise binmeden önce gelip ziyaret eden sarı beyaz siyah kediyle biraz muhabbet ettikten sonra, onu kovalayıp servise bindim. Koltuğa oturmamla uyumam, uyumamla da uyanmam bir olmuştu. Uyandığımda işe gelmiştim ve az önceki aslında 1 saat önceki başağrım, onyüzbinmilyon kat artmış bir vaziyette kulaklarımdan taşmaya başladı. Servisten indiğimde ise binanın kapısına doğru yürürken şeydeki gibiydim, hani Matrix'te Neo Morpheus'la birlikte Matrix benzeri bir programın içine giriyorlar da kalabalıkta yürüyorlar ya, hani Neo kırmızılı bir kadınla algıda seçicilik yaşıyor, sonra dönüp de bir bakıyor ki hop kadın ajan olmuş. Hah aynen o moddaydım.
Sonra tipik bir gün koşturmacası içinde öğlen yemeğine kadar dayandım. Biraz daha iyiydim. Cuma namazındaki sessiz sakin ortam da terapi gibi geldi diyebilirim. Sonra akşama doğru yine köpüren beynim iflasın eşiğine gelmekteyken mesai bitti.
Eve geldiğimde ise beni büyük ve küçük sürpriz yeğenlerim bekliyordu en güzel çığlıklarıyla. Daha kapıdan girer girmez, büyük yeğenim elindeki iki tane silindirik mıknatısı hava atıp "Bak dayı bak nasıl ses çıkartıyor" diyerek, beynimin içinde çınıldayan o güzel tınıları yükledi bana. Daha bu tınıları hazmedemeden öteki küçük yeğen de, bilgisayar açıp NFS Underground'un başına oturttu. Bir yandan havada dönen mıknatısların garip tıngırtıları, bir yandan drift yapan aracın motor ve lastik gürültüsü, benim kafada iyice kayışlar attı. Gerçel hayattan kopup paralel boyutta saçmalamaya başladım ben de. Küçük yeğen kafama ceviz atarken, bir ara bizim büyük yeğenle de birbirimize doğranmış hıyar atmaya başlamıştık. Hıyarlardan birisi koltuğun arkasına gitti, alamadık, bıraktık orada.
Akşam yemeği sonrası kafam iyiden iyiye yerine geliyor gibiydi. Çıktım biraz arkadaşlarda takıldım. Şimdi de eve geldim bunları yazdım.
Sonuç, saat birkırkdokuz. Bu kafayla yirmisaatdokuzdakika.
Sabahın tam altıkırk'ında öten telefonumun ümüğünü sıkarak uyandım. Ne bir dakika erken ne bir dakika geç, hafta içi her sabah altıkırk.
Yataktan kalktığımda daha önce hiç olmadığım şekilde sendeleyip yere düşmekten yanımdaki komodin midir komidin midir şu anda açıp da doğrusunu öğrenemeyeceğim kusura bakmayın onun sayesinde kurtuldum. Aha çalan şarkıya bak "Burning Heart" tabi ki 9 kere izlenen Rocky 4'ten. Neyse ne diyordum, hah, küt diye yere yapışıyordum az daha. Ayakta durabilmem 2 3 dakikamı aldı sanıyorum, "aha" dedim içimden, o kadar, aha dedim sadece. Felaket ötesi bir başağrısıyla uyanmıştım. Binbir güçlükle bulduğum gözlüğümü takıp komodinden uzaklaşmak için attığım ilk adımda cep telefonunun şarj kablosu ayağıma takıldı telefon fırladı gitti uçtu odanın te öbür ucuna fırladı gitti uçtu odanın te öbür ucuna fırladı gitti odanın te öbür ucuna fırladı gitti uçtu. Gittim telefonu aldım şu anda neden yaptığıma anlam veremediğim bir şekilde tekrar şarja taktım.
Daha gün aydınlanmamıştı haliyle, ama ben banyoya giderken anneme günaydın dedim.
Lambayı yakıp, aynanın tepesindeki ampulü de yaktıktan sonra karşımdaki aynada kendimden iki tane gördüğümü farkettim. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım iki kafayı aynı yere denk getiremiyordum. Sol gözümde belirmeye başlayan arpacığın sol gözümü geriye doğru ittiğini ve odak noktamı değiştirdiği, bu yüzden de sağ göz sol göz kombinasyonunu tamamlayamayan beynimin kafayı yediğini düşünmeye başladım. Bakış açıma farklı taklalar attırarak traş oldum. Banyodan çıktığımda mutfakta annem kahvaltı hazırlıyordu. Gidip masanın üzerine yığıldım. Kekik benzeri bir bitkinin çayını içtim. pardon yok o dündü sanırım, süt içtim galiba bu sabah, hatırlayamadım şimdi, zeytinli domatesli tost yedim. Bu bile kendimi kendime getirmedi.
Hâlâ kafatasımın çatlak olduğunu düşünmeme neden olan dehşet bir başağrısı ile gezmekteydim. Yanıma suda eriyen bir Aspirin C aldım. Bir de KalsiyumSandoz türevi bir portakallı ördek.
Beni hergün servise binmeden önce gelip ziyaret eden sarı beyaz siyah kediyle biraz muhabbet ettikten sonra, onu kovalayıp servise bindim. Koltuğa oturmamla uyumam, uyumamla da uyanmam bir olmuştu. Uyandığımda işe gelmiştim ve az önceki aslında 1 saat önceki başağrım, onyüzbinmilyon kat artmış bir vaziyette kulaklarımdan taşmaya başladı. Servisten indiğimde ise binanın kapısına doğru yürürken şeydeki gibiydim, hani Matrix'te Neo Morpheus'la birlikte Matrix benzeri bir programın içine giriyorlar da kalabalıkta yürüyorlar ya, hani Neo kırmızılı bir kadınla algıda seçicilik yaşıyor, sonra dönüp de bir bakıyor ki hop kadın ajan olmuş. Hah aynen o moddaydım.
Sonra tipik bir gün koşturmacası içinde öğlen yemeğine kadar dayandım. Biraz daha iyiydim. Cuma namazındaki sessiz sakin ortam da terapi gibi geldi diyebilirim. Sonra akşama doğru yine köpüren beynim iflasın eşiğine gelmekteyken mesai bitti.
Eve geldiğimde ise beni büyük ve küçük sürpriz yeğenlerim bekliyordu en güzel çığlıklarıyla. Daha kapıdan girer girmez, büyük yeğenim elindeki iki tane silindirik mıknatısı hava atıp "Bak dayı bak nasıl ses çıkartıyor" diyerek, beynimin içinde çınıldayan o güzel tınıları yükledi bana. Daha bu tınıları hazmedemeden öteki küçük yeğen de, bilgisayar açıp NFS Underground'un başına oturttu. Bir yandan havada dönen mıknatısların garip tıngırtıları, bir yandan drift yapan aracın motor ve lastik gürültüsü, benim kafada iyice kayışlar attı. Gerçel hayattan kopup paralel boyutta saçmalamaya başladım ben de. Küçük yeğen kafama ceviz atarken, bir ara bizim büyük yeğenle de birbirimize doğranmış hıyar atmaya başlamıştık. Hıyarlardan birisi koltuğun arkasına gitti, alamadık, bıraktık orada.
Akşam yemeği sonrası kafam iyiden iyiye yerine geliyor gibiydi. Çıktım biraz arkadaşlarda takıldım. Şimdi de eve geldim bunları yazdım.
Sonuç, saat birkırkdokuz. Bu kafayla yirmisaatdokuzdakika.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder