31.05.2011

Al bu daha Modern



Geçtiğimiz günlerden bir gün sevgili sevdiceğimle İstanbul Modern'e gittik sevgili günlük. Tamam iyi güzel hoş, ama kapıdaki danışma ve bilet gişesi o kadar da modern değildi, neyse ona sonra geleceğim de, arkadaşım bu servislerde gazete okuma olayı nedir yahu?

Şimdi yani hepimiz, hepimiz olmasa da çoğumuz çalışan insanlarız. Ve çoğumuz, çoğumuz olmasak da bazılarımız işlerine servisle gitmek gibi bir lükse sahip. Evet servis lükstür bu otobüslerin olduğu dünyada bence. (Peki servis lüksse, lükstrün nedir? hadi buyur buradan yak.)

Ama işte bu servis yolculuklarında, önünde oturan insanın ensesine ensesine elindeki koskocaman gazete sayfalarını sürtüp durmayacaksın arkadaşım, haşur huşur gürültü etmeyeceksin, ayıptır yahu, uyuyan var uyumayan var uyuyamayan var.

Böyle durumlarda işte, geleneksel gazetecilik acaba ne zaman bitecek, ne zaman şöyle tabloid gazetelere, iPad gazetelerine geçeceğiz diye hayıf hayıf hayıflanıyorum. Otur sessiz sessiz gazeteni oku değil mi, n'apıyorsun haşırthuşurt?

Neyse, İstanbul Modern'de Kayıp Cennet isimli "Süreli Sergi"ye gittik. Gişedeyiz, biletleri aldık. Yanda duran güvenliğimsi gişe görevlisine de sorduk, bu "basmalı dinlemeli bi alet vardı onlar ne kadar, onlardan alabiliyor muyuz?" diye. 4 lira dedi. İyi dedik, bi'tane alalım o zaman dedik. 10 lira verdik. Adam çıkarttı 2 tane verdi önce, 2 lirayı saydı elime. yok dedim 1 tane olacaktı dedim, bir tanesini geri verdim, para üstünü aldım. Anlattı, sayılar var, basıyorsun, dinliyorsun falan, yahu tamam anladık kolaymış feşmekan. Buraya kadar olay ufak bir yanlış duyma gibi anlaşılıyor değil mi? Değil.

Abi, Kayıp Cennet'e girdik. Geldik bakıyoruz öyle duvarlara yansıtmışlar videolar illüstrasyonlar falan, lan sayı falan yok hiç bi' yerde, durup durup 1'e basıyorum, İstanbul Modern'in tarihçesini dinliyorum, salak mıyım neyim biraz.

Sonra salladık zaten sayı mayı olmayınca, gezdik dolandık, kendi süper zeka bakış açımızla yok etmekte olduğumuz dünyamıza pek çok sanatçının farklı açılardan bakışına baktık. Mesela Hollanda'lı ünlü gezgin Erich Von Daniken'in bir tane at arabası vardı, vay vay vay. (Bak olm çok tuzak cümle yazdım haberin olsun. İnanıp da hemen orada burada sallama. ehehehe :] )

Yani özetle, arkadaşım şu gazetelerinizi evinizde kahvaltı ederken okuyun, yarım saat erken uyanın, rahat rahat kahvaltınızı edin gazetelerinizi okuyun, ya da olmadı, alın iPad'inizi Galaxy Tab'inizi, sessiz sessiz dokundura dokundura okuyun, adamı ayar etmeyin.

Ama var ya, bir restoranı var, "of" diyorum tek kelime. Vedat Milor'laşmayayım, çünkü öyle bilmem nerenin bilmem Yering vadilerinden gelen çift damıtılmış şaraplarının rokfor'la ne kadar iyi gittiğini falan bilmem ben, anlamam. Ama sırf o manzarası için bile gidip yemek yenebilir. Hizmet de kaliteli sayılabilecek kadar normal. Fiyatlar da, Taksim'deki midpointten, cafe krepen'den falan öyle çok çok fazla değil.

Ama insan söylemez mi kardeşim, "bak Kayıp Cennet'e giriyorsanız, bu kulaklık dalgaları onlar için değildir" diye, söylemez mi ha, söylemez mi, al sana al sana karakaan, hadi hadi yandann...

İyi geceler sevgili Türkiye.

Hiç yorum yok: