- Peki öğrtmenim yazalım ayı bedi yosun.
Sevgili öğretmenim, yazın gelmesiyle tüm ikoncanlar Bodrum ve havarisine inmeye başlayınca [inmek?] bu bünye de dayanamadı tabi, dedi ki "ulan benim acayip tatile ihtiyacım var yoksa kafayı yicem" dedi. Zaten bu cümleden de anladığımız kadarıyla dilbilgisi göçmek üzereydi. Gitti böyle bir 15 [yazıyla 0nbeş] gün kadarcık güney illerinde biraz turladı.
Tatil yolculuğumuzun ilk varış nokiası Ekincik'ti. Nokiası olur mu öğretmenim ya, sizden de hiçbir şey kaçmıyor, noktası tabi ki. Ekincik çok süper bir yer gerçekten. Ama herkes oraları öğrenip de gitmesin diye herkese kötü öö iğrenç falan diyorum. Çünkü fazla kalabalığı kaldırmaz orası, böyle sakin kafa. Fazla kalabalık bozar orayı öğretmenim bak siz de ona buna söyleyip de benim asabımı bozmayın lütfen. Bu yüzden buraya çok detay girmiyorum, ama Köyceğiz gölünün hemen kenarından bir kaplıca olduğunu biliyor muydunuz? Evet işte orası gerçekten çok kötü, kükürt kokusunun dayanılmaz iğrençliği tüm yöreyi sarmış neredeyse, bungalov diyeceğim ama diyemiyorum şimdi bir de iki saat onu açıklamak lazım o zaman, böyle gecekondudan bozma Hindistan gettolarını anımsatan döküntü bir mekan. Bizim salonun halısından biraz daha büyük bir havuz yapmışlar, içinde göbekli möbekli turist teyzeler şifalı olduklarına inandıkları çamurlara bulanıp helenistik tombik heykeller gibi etrafta dolanıyorlar, gerçekten sanki başka bir dünya gibi. Kaplıca havuzları ise yanından geçerken buurn direğiniz kırılmazsa içine girilebilir gibi falan biraz. 30küsür derece sıcakta 30 küsür derece kaplıca sıcağı bize ters mantığından hareketle kaçar adım topukladık hemen son gaz süper sonik hızlı arabamızla dağ yollarından saltolar yaparaktan doğrucanak yollandık Köyceğiz'in başka bir mekanına. [Bunu da sırf sizin hatrınıza uzattım yani öretmenim uzun cümle falan bakın ne kadar da uzun cümle kurdum diye.]
Sonra ben bu mekanda 10 gün kadar kaldıktan sonra, bildiğiniz Kamil Goç otobüsleriyle Antalya'ya uzandım. [Bakınız şu aşağıdaki posttaki resimde çakma konverslerim var mesela, onları Fethiye'de mola verdiğimizde çektim. Herkes her yerde konverslerini çekip boy boy yayınlıyor efenim benim neyim eskik.]
Tabi otobüs Antalya'ya vardı. Önümde oturan kızı ilk gördüğüm andan beri birine benzetiyor ama çıkaramıyordum. İnince soracaktım kız ortadan kayboldu. Sonra gittim şehir içine giden servise bindim. Aa baktım o kız da bindi. Ama öne oturdu, ya neden öne oturuyorsun ki, asosyal herhalde biraz, aa ben de asosyalim, biz kesin konuşamayız bununla gibisinden psikozlar yaşamaya başladım sonra. Bu arada şehir içi servisi kale içinden falan geçer ben de orada inerim diye beklerken küt başka yola saptı, tüüü, ulan nerede ineceğimi de bilmiyorum öğretmenim ben şimdi, yok ulanı size demedim kendime dedim, napim napim, nasılsa beni arabayla alacaklar diyerekten şu benzettiğim kız nerede inerse ben de orada ineyim dedim, hem bu arada bir toparlanma yaşayıp sorarım "sizi sanki tanıyor gibiyim ama tam çıkaramıyorum, siz beni tanıyor olabilir misiniz?" diye. Evet.
Aaa, kız inicem dedi. Tabi önde olduğu için hop indi. Ben de patır kütür yandaki abiyi ezerekten indim servisten. Kız servisin arkasına doğru dolandı, yolun karşısına geçmeye yeltendi, ben de hemen çantamı sırtıma takıp koşturdum, tam "hey" dicem, tüh, kız birisiyle buluştu. Hey demeden h ile başlayan başka bir kelime öbeğiyle kendi kendimi sakinleştirip nerede olduğumu anlamaya çalışmaya başladım ben de. Otobüs acentasından içeri girip, "şu an bir arkadaşımın buraya gelebilmesi için ona nasıl tarif etmem gerekir?" diye sordum, "Işıklar caddesi Özsüt'ün karşısıymış. Neyse işte öyle eve ulaştık.
2 gün Konyaaltı'ndaki biçkılab'larda takıldıktan sonra 2 gün de olimpostaki bir bungalov'da takıldık.
Şimdi öğretmenim bu biçkılablardan akşam eve dönerken çok süper bir araç var adı tramvay. Yarım saatte bir kalkıyor ring sefer yapıyor. geldim durakta bekliyorum. Yaşlıca bir çift yaklaştı. öyle uzakte mahsun mahsun durdular. Ya dedim gideyim de şu teyzeyle amcaya yer vereyim. [bakınız nasıl ama gençlik nasıl da yardım sever.] Gittim yanlarına. "Şurada oturacak yer var isterseniz" dedim, kadın bana "i have no idea" dedi. ahaha yahu tamam turistsin anladık da i have no idea ne demek? "Ahaha okay" dedim ben de. Sonra da ekledim "There is a place for sit" dedim çarpıcı ingilizcemle. Kadın yok mok dedi sanırım çok dinlemedim çünkü cevabını. Sonra baktım uzun uzun bi'şeyler anlatıyor, meğersem "aha İngilizce anlayan birini buldum bi'şey sorabilir miyim?" diyormuş. Bana buradan geçen araç marinadan geçer mi diye sordu. "Yes" dedim ben de. O da "Thank you" dedi. Ben de öyle mühühü diye gülümsedim ağzımı açmadan.
Sonra Olimpos'a geçtik, orası baya baya böyle toplu yaşanan bi'yer haline gelmiş. Plaja girişte örenyeri olması münasebetiyle haftalık 5 lira, günlük 3 lira ücret alıyorlar. Kalınan yerler hep ağaçev dedikleri ve bungalov dedikleri dandirik mekanlar. Öyle yat kalk sabah akşam yemek ye denize gir çık. Bu. Ama orada 5 günden fazla kalırsanız kesinlikle bir arkadaş ortamı yaparsınız söylim size. Aa bu arada şimdi orada orange diskoya giderken sağda navah mıydı navan mıydı nahan mıydı adını tam hatırlamadığım bir reggie bar var. Bar değil de ağaçaltı bir mekan. Ama bar aynı zamanda. Kadıköy'den sezonluk geldiğini ve orada kaldığını söyleyen nazik bir kız vardı görevli.
Efenim bu rastafaryanların da çok rağbet ettiği bir mekan olimpos. Çok içli dışlı olmasam da her yerde gözüme çarptılar.
Olimposta da London'dan geldiklerini söyleyen iki turist kızla tanıştık birisi Avustralyalı'ymış, ayran içen arkadaşıma hayatlarında ilk defa görmüş gibi bakarak ayran hakkında teknik bilgi almaya çalıştılar. Yogurt and water falan, salt felan, kızlar bayağı bir ilgilendiler ayranla ilginçti. Bizimki de sonra "elektrolitik" dedi. Kızlar da "oo elektrolitik yeo" diyerek anladıklarını belirttiler. Elektrolitik ne lan? Bakınız öğretmenim benim bu ingilizce konusunda biraz sıkıtım var, yani her söyleneni anlıyorum anlamasına da işte ifade kabızlığı çekiyorum biraz. neyse. [neyse diye de paragraf biter mi?]
Aaa öğretmenim, bu Kenan Doğulu var ya, acayip bir şarkı yapmış, her yerde çalıyor, "vıdıvıdıvıdıvıdı rütbeni bilicen bıdıbıdıbıdıbıdı bıttırı gelicen vıdı vıt vıt cıttırı ciricen gibisinden acayip kafiyeli sözleri var, ama daha sözlerini çıkaramadım. Sonra Mustafa Sandal da "ateş et ve unut" diye neredeyse hiçbir kafiyeli satırın bulunmadığı deneysel bir şarkı yapmış, o da pek acayip, bir de hepsi grubu, "teğrsim teeğğğrstiir çoooğğğğk" diyerekten tüm yaza damgasını vurmasını beklediğim bir şarkı yapmış ki oh.
Sonra da uçakla İstanbul'a dönüş. Vallahi şu uçak ne büyük bir icatmış, 12 saatlik yolu 1 satte aldırdı ya bize daha da bi'şey diyemiyorum. Zaten saat de çek oldu, yarın da iş var. Hadi ben yatayım.
Not: Öğretmenim takdir alacağım, bu dersten en az 4 almam gerekli, şimdiden teşekkür ederim.
2 yorum:
E bir ben geldim neyin deseydin keşke. karşılar, seni gideceğin yere ücretsiz amme hizmeti gibi teslim ederdik.
Ah efsa hanımcım eksik olmayınız sağolunuz varolunuz. şimdi bana sadece aah keşkem keşkem keşkem demek düşüyor. :]
Yorum Gönder